باب: إذا أهدى
ماله على وجه
النذر
والتوبة.
24. BİR KİMSENİN MALINI NEZİR VEYA TÖVBE ŞEKLİNDE HEDİYE VE
SADAKA ETTİĞİ ZAMAN BUNUN GEÇERLİ OLUP OLMADIĞI
حدثنا أحمد
بن صالح:
حدثنا ابن
وهب: أخبرني يونس،
عن ابن شهاب:
أخبرني عبد
الرحمن بن عبد
الله، عن عبد
الله بن كعب
بن مالك، وكان
قائد كعب من
بنيه حين عمي،
قال:
سمعت
كعب بن مالك
في حديثه:
{وعلى الثلاثة
الذين
خُلِّفوا}.
فقال في آخر
حديثه: إن من
توبتي أن
أنخلع من مالي
صدقة إلى الله
ورسوله، فقال
النبي صلى
الله عليه
وسلم: (أمسك
عليك بعض
مالك، فهو خير
لك).
[-6690-] Abdullah b. Ka'b b. Malik şöyle anlatmıştır: -Bu
Abdullah babası Ka'b b. Malik'in gözleri görmez olduğu zaman oğulları arasında
onun elinden tutup götüreni idi.- Abdullah şöyle demiştir: Babam Ka'b b.
Malik'ten işittim. Tebuk gazvesinden geri kalması hakkındaki uzun hadisinin bir
yerinde "Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tövbelerini kabul
etti). Yeryüzü genişliğine rağmen onlara 'dar gelmiş, vicdanları kendilerini
sıktıkça sıkmıştı"(Tevbe 118) ayetinden sonra
"(Ya Resulallah!) Allah ve Resulünün rızası uğrunda halis bir
sadaka olmak üzere malımın hepsinden sıyrılıp vazgeçmem tövbemdir" dedi.
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "(Hayır!) malının bir kısmını kendinde
tutup alıkoy, bu senin için daha hayırlıdır" buyurdu.
Fethu'l-Bari Açıklaması:
"Bir Kimsenin Malını Nezir (adak) Veya Tövbe Şeklinde
Hediye ve Sadaka Ettiği Zaman Bunun Geçerli Olup Olmadığı." Kirmanı şöyle
demiştir: İmam Buharl'nin başlığında yer alan "ehda" malını tasadduk
etti veya Müslümanlara hediye kıldı anlamınadır. Bu, adakla ilgili başlıkların
ilkidir. Adak anlamına gelen "nezr" Arap dilinde herhangi bir iyiliği
veya kötülüğü üstlenmek anlamına gelir.
Dini bir terim olarak mükellefin yapmakla yükümlü olmadığı bir
şeyi derhal veya herhangi bir şeyin gerçekleşmesine bağlayarak (muallak)
yapmayı üstlenmesi demektir. Adak iki kısımdır: Nezr-i teberrur ve nezr-i
lecac. Nezr-i teberrur de kendi içinde iki çeşittir, Bunlardan birincisi
"Şu kadar oruç tutmak Allah için üzerime nezr olsun" ifadesinde
olduğu gibi kişinin ilk baştan Allah'a yaklaşmak maksadıyla yaptığı nezirdir.
Bir kişinin -mesela- " Hastama şifa ihsan ettiği için' verdiği nimete
şükrane olarak şu kadar oruç tutmak Allah için üzerime nezr olsun" demesi
de bu çeşit nezre girer. Bazıları nezr-i teberrurun sahih ve müstehab olduğu
noktasında alimlerinittifakı olduğunu nakletmişlerdir. Nezr-i teberrurün ikinci
çeşidi ise "Gurbetteki yakınım gelirse veya düşmanımın şerrinden
kurtulursam Allah için şu kadar oruç tutmak nezrim olsun" ifadesinde
olduğu gibi kişinin nezrini yararlanacağı bir şeye bağlayarak Allah'a
yaklaşmaya çalışmasıdır, Muallak Nezir (adak) de bilginlerin ittifakıyla kişiyi
bağlar. Tercih edilen görüşe göre anında yapılan Nezir (adak) de (müneccez)
aynı şekilde bağlayıcıdır.
Nezr-i lecac da iki çeşittir. Birincisi; kişinin haram olan bir
şeyi yapmaya veya bir vacibi terk etmeye bağladığı nezirdir. Bilginler arasında
tercih edilen görüşe göre böyle bir Nezir (adak) dinen yapılamaz. Ancak terk
edilen şey farz-ı kifaye veya onu yapmak meşakkatli bir şeyolursa bu takdirde
bağlayıcı olur. Kişinin hoşlanmadığı bir şeyi yapmaya bağlamış olduğu Nezir
(adak) de bu kategoridedir,
İkincisi ise kişinin evla olmayanı veya bir mubahı yapmaya ya da
bir müstehabı terk etmeye bağladığı nezirdir. Bu nezir hakkında bilginler üç
görüşe ayrılmışlardır. Yapılan nezre uymak veya yemin kefareti vermek ya da bu
ikisi arasında muhayyer olmak. Şafiı mezhebinde bunların hangisinin tercih
edileceği noktasında ihtilaf vardır, Aynı ihtilaf Hanbelı mezhebi için de
sözkonusudur. Hanemer bunların üçünde de yemin kefareti verileceğini ifade
etmişlerdir. Malikller ise böyle bir nezrin esasen yapılamayacağını
söylemişlerdir.
Selef bilginleri bütün malını tasadduk etmeye nezreden kimse hakkında
ihtilaf etmişlerdir. Bu konuda on ayrı görüş sözkonusudur, İmam Malik
yukarıdaki hadisten dolayı nezr yapan kişinin malının üçte birini vermesi
gerektiğini söylemiştir, Ancak kendisine şu gerekçelerle itiraz edilmiştir:
Ka'b b. Malik "nezir = adak" sözcüğünü açıkça telaffuz etmediği gibi
bu manaya gelebilecek başka bir şeyi de söylememiştir. Tam aksine o anda
nezirde bulunmuş olma ihtimali söz- , konusu olduğu gibi, nezir yapmak istemiş
ve bu nedenle Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in iznine başvurmuş olması da
muhtemeldir. "Malının tamamını bırakıp sıyrılması" nezirde
bulunduğuna açıkça delalet etmemektedir. Bu ifadeden asıl anlaşılan onun Allahu
Teala'ın kendine bahşettiği nimete şükür etmek için tüm malını tasadduk ederek
tövbesini pekiştirmek istediğidir.
Fakihani, Şerhu'l-Umde isimli eserde şöyle der: Ka'b için en
uygun olanı danışmada bulunmak ve kendi görüşüne görehareket etmemekti. Fakat
tövbesinin kabul edilmesine duyduğu ferahlıktan dolayı öyle bir duygusal atmosfere
girmiştir ki bunun etkisi ile tüm malını tasadduk etmenin şükür açısından
üzerine yapılması gereken bir hareket olduğu düşüncesine kapılmış ve istişare
sözcüğü kesin bir kararlılık kipiyle ağzından çıkmıştır.
Bizim düşüncemize gelince, Ka'b b. Malik'in soru sormuş olma ve
cümlenin başından soru edatını atmış bulunma ihtimali vardır. Bundan dolayı
birçok alim nezdinde tercihe şayan olan görüş bütün malını tasadduk etmeyi
üstlenmiş olan kimsenin buna uymasının vacip olduğu şeklinde olmuştur. Ancak
bunun Allah'a yaklaşma kabilinden olması müstesnadır. Bazıları şöyle demiştir:
Nezirde bulunan kişi, hali vakti yerinde olduğu takdirde bunu yerine getirmekle
yükümlüdÜr. Şayet fakirse yemin kefareti vermelidir. Leys'in görüşü bu
doğrultudadır. İbn Vehb de ona katılmıştır. İbn Vehb şunu da eklemiştir: Kişi
orta gelir seviyesinde ise malının zekatı kadar bir miktarı çıkarır. Bu
konudaki son görüş, kişinin mali durumu konusunda herhangi bir ayrıntı
sözkonusu olmaksızın İmam Ebu Hanife'den nakledilen görüştür. Rebia'nın görüşü
de bu doğrultudadır. Sevri, Evzaı ve bir grup bilgine göre malının tamamını
tasadduk etmeyi adayan kimse, mali durumuna bakılmaksızın yemin kefareti
vermelidir.
Bu açıklamalardan sonra Ka'b'ın hadisinin Buharl'nin attığı
başlıkla olan ilişkisine gelecek olursak, başlığın manası şudur: Bir kimse
herhangi bir günahtan tövbeettiğinde veya nezirde bulunduğunda bütün malını
hediye etse veya tasaddukta bulunsa bunu o anda yapsa veya bir şeye bağlayarak
ifade etse geçerli olur mu, olmaz mı? Ka'b'ın olayı birinci ihtimalle yani
nezrin anında yapılanı ile (tenciz) uyumludur. Fakat daha önce açıklığa
kavuşturduğumuz üzere KS'b'ın ağzından kesinlik ifade eden (tendz) bir şey
çıkmamıştır. O sadece danışmada bulunmuş ve kendisine malının bir kısmını elinde
tutması ifade edilmiştir. Netice olarak bütün malını kesin olarak tasadduk
etmek isteyen veya bunu bir şeye bağlayan (ta' lik) kimseye en uygun olanı,
malının bir kısmını elinde tutmaktır. Bundan nezrini kesin olarak yaptığı
takdirde bunun yapılmamış olması sonucu çıkmaz. Zekat BölümÜnde malın tamamını
tasadduk etmenin durumdan duruma farklılık gösterdiğine de işaret edilmişti.
Her kim bunu yapabilecek bir güçte olur, nefsinin sabredeceğini bilirse bunu
yapmasına engel olunmaz. Hz. Ebu Bekir'in uygulaması, Ensarın kendileri ihtiyaç
içinde oldukları halde Muhacirıeri kendi nefislerine tercih etmeleri bu şekilde
yorumlanır. Buna gücü yetmeyen kımse ise böyle değildir. "Sadaka, ancak
(verenin) ihtiyacı olmadığında geçerlidir" hadisi kapsamında değerlendirilir.
Bu hadis bir de "Sadakanın en efdal olanı, kişinin ihtiyacı olmadığında
verdiği sadakadır" şeklinde de rivayet edilmiştir.
باب: إذا حرم
طعاماً.
25. BİR KİMSENİN HERHANGİ BİR YEMEĞİ KENDİSİNE HARAM KILMASI
وقوله
تعالى:{يا
أيها النبي لم
تحرم ما أحل
الله لك تبتغي
مرضاة أزواجك
والله غفور
رحيم. قد فرض
الله لكم تحلة
أيمانكم}
/التحريم: 1 - 2/.
Allahu Teala; "Ey Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem!
Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine
haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Allah, (gerektiğinde)
yeminlerinizi bozmanızı size meşru kılmıştır. Sizin yardımcınız Allah'tır. O
bilendir, hikmet sahibidir. "(Tahrim 1,2);
وقوله: {لا
تحرِّموا
طيبات ما أحل
الله لكم}. /المائدة:
87/.
"Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı iyi ve temiz
şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın. "(Maide 87)
حدثنا الحسن
بن محمد:
حدثنا الحجاج:
عن ابن جريج
قال: زعم عطاء:
أنه سمع عبيد
الله بن عمير
يقول: سمعت
عائشة:
تزعم
أن النبي صلى
الله عليه
وسلم كان يمكث
عند زينب بنت
جحش، ويشرب عندها
عسلاً،
فتواصيت أنا
وحفصة: أن
أيتنا دخل عليها
النبي صلى
الله عليه
وسلم فلتقل:
إني أجد منك
ريح مغافير،
أكلت مغافير،
فدخل على إحداهما
فقالت ذلك له،
فقال: (لا، بل
شربت عسلاً عند
زينب بنت جحش،
ولن أعود له).
فنزلت: {يا
أيها النبي لم
تحرم ما أحل
الله لك}. {إن
تتوبا إلى
الله}. لعائشة
وحفصة. {وإذ
أسر النبي إلى
بعض أزواجه
حديثاً}.
لقوله: (بل
شربت عسلاً).
وقال لي
إبراهيم بن
موسى، عن
هشام: (ولن
أعود له، وقد
حلفت، فلا
تخبري بذلك
أحداً).
[-6691-] Ubeyd b. Umeyr'in nakline göre Aişe r.anha şöyle
anlatmıştır: Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Zeynep bnt. Cahş'ın yanında
eğlenir ve onun yanında bal şerbeti içerdi. Bunun üzerine ben ve Hafsa,
birbirimizle şöyle anlaştık: Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem ikimizden
hangimizin yanına girerse "Ya Resulallah! meğafir mi yedin, sende meğafir
kokusu duyuyorum" desin diye söz birliği yaptık. Resulullah Sallallahu
Aleyhi ve Sellem bu iki eşten birisinin yanına girince eşi bunu ona söyledi.
Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem "Hayır ben mega/ir yemedim. Yalnız Zeynep
bnt. Cahş'ın yanında bal şerbeti içmiştim. Artık bir daha onu içmem!" diye
yemin etti. Bunun üzerine "Ey Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem' Eşlerinin
rızasını gözeterek Allah'ın sana helal kıldığı şeyi niçin kendine haram
ediyorsun?" ayet i indi. Allahu Teala Aişe ve Hafsa için de "Eğer
ikiniz de Allah'a tövbe ederseniz (yerinde olur)" buyururken, Nebi
Sallallahu Aleyhi ve Sellem eşlerine hayır bal şerbeti içtim dediği için
"Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem eşlerinden .birine gizlice bir söz
söylemişti" ayeti indi.
Fethu'l-Bari Açıklaması:
"Bir Kimsenin Herhangi Bir Yemeği Kendisine Haram
Kılması." Bu, lecElC nezrine örneklerdendir. Nezr-i lecac kişinin mesela
"Şu yemek veya şu içecek bana haram olsun" veya "nezrettim"
ya da "Allah için şunu yemeyeceğim, şunu içmeyeceğim" demesidir.
Alimlerin görüşleri arasında ağır basan, böyle bir nezrin doğmayacağıdır. Ancak
kişi nezrine bir de yemin ekleyecek olursa, bu takdirde yemin kefareti vermekle
yükümlü olur.
Bu konudaki ihtilaf, "Resulullah Sallallahu Aleyhi ve
Sellem Mariye'yi mi kendine haram kıldı yoksa bal şerbeti içmeyi mi"
şeklinde Talak Bölümünde daha önce geçmişti. İmam Buhari hadise burada yer
vererek ikinci ihtimale işaret etmiştir.
Bir kimsenin kendisine belli bir yemeği haram kılmasının hükmü,
içmeyi haram kllmasH1dan anlaşılır. İbnü'l-Müneyyir şöyle der: Bilginler esasen
hela! olan herhangi bir yiyecek veya içecek maddesini kendisine haram kılan
kimse hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bazı bilginler bu o kişiye haram olmaz,
yemin kefareti vermesi gerekir demişlerdir. Iraklı fıkıh bilginlerinin görüşü
bu doğrultudadır. Bir grup alim ise yemin etmediği takdirde kefaret vermesi
gerekmez demişlerdir. İmam Buhari hadise yer vermek suretiyle bu görüşü tercih
ettiğine işaret etmiştir.
Çünkü hadiste "yemin ettim" cümlesi geçmektedir.
Mesruk, Şafiı ve Malik'in görüşü bu doğrultudadır. Fakat İmam Malik kişinin
eşini kendisine haram kılmasını istisna etmiş ve bu durumda karısi boş düşer
demiştir. İsmail el-Kadı şöyle der:
Kadınla cariye arasındaki fark şudur: Bir kimse "Karım bana
haram olsun" dediği takdirde bu bir ayrılıktır ve kişiyi bağlar. Netice
olarak karısı boş düşer. Buna karşılık kişi cariyesine yemin etmeksizin bu
cümleyi sarfettiğinde kendi nefsine gerekli olmayan bir şeyi yüklemiş olur.
Netice olarak cariyesi kendisine haram olmaz. İmam Şafil'nin görüşü ise
şöyledir: Kişi yemin etmediği takdirde üzerine herhangi bir yükümlülük gelmez.
Ancak boşamaya niyet ederse karısı boş düşer veyacariyesini aza d etmeye niyet
etmişse cariyesi hür olur. İmam Şafil'den böyle bir kimsenin yemin kefareti
vermesi gerekir şeklinde bir görüş de nakledilmiştir.
'AIlah'ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz
kendinize) haram kılmayın. "(Maide 87) ayetine gelince, İmam Buhari,
Cami'inde Sevrl'nin ve onun vasıtasıyla İbnü'lMünzir'in sahih bi'r isnadla İbn
Mesud'dan yaptığı rivayete işaret eder gibidir. Bir gün İbn Mesud'un huzuruna
bir yemek getirilir. Ancak (sofrada bulunan) birisi onu yemekten kaçınır ve
"Bu yemeği yememek için kendime haram kıldım" der. Bunun üzerine İbn
Mesud "Yemeği ye ve yeminin için kefaret ver" der. Ardından bu ayeti
"Ve sınırı aşmayın"(Maide 87) ayetine kadar okur. İbnü'l-Münzir şöyle
der: Kişi yemin etmemiş bile olsa kefaret vermesinin gerekli olduğunu söyleyen
bazı alimler Cerm kabilesinden olup, iğrenç bir şey yediği için tavuk etini
yemeyi kendisine haram kılan kişi olayı hakkındaki Ebu Musa hadisinde geçen
ifadeleri delilolarak almışlardır.